‘Akdeniz zafer çığlıklarıyla dalgalanıyor’

Cevdet Cantürk – Zaferin ertesi günü, 31 Ağustos 1922 sabahında Başkomutan harp sahasını inceliyordu. Dere – tepe, Yunan ordusunun enkazından arda kalanlarla dolmuştu.

Muzaffer Komutan, biraz sonra savaş meydanında yürekleri titreten bir manzarayla karşılaştı. Toprağın üzerinde bir Türk sancağı nazlı nazlı dalgalanıyordu. Sancağın gönderini tutan el görülüyordu. Bu elin sahibi ise yerde top mermisinin açtığı bir çukura gömülmüştü. Mustafa Kemal, gördüğü manzaranın gelecek kuşaklara aktarılmasına belki de o anda karar verdi. İki yıl sonra zaferin kutlaması için Zafer Tepe’ye gidecek, Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı’nın temelini atacaktı.

Tarihe geçen emir

Üç Mustafa; Mustafa Kemal, Mustafa Fevzi ve Mustafa İsmet paşalar, Çalköy’de yıkık bir evin avlusunda bir kağnının etrafında toplandılar. Harita serildi, paşalar kafa kafaya verdi. 26 Ağustos sabahı başlayan ve beş gün, beş gece devam eden Afyonkarahisar ve Dumlupınar Meydan Savaşı son bulmuş ve düşmanın seçkin kuvvetleri yok edilmişti. Artık, düşmanın durmasına ve düzen almasına zaman bırakmadan onu takip etmek gerekiyordu. Ordular, bir yandan Bursa yönünde çekilen düşmanı kovalıyor, diğer yandan asıl kuvvetleriyle durmadan İzmir’e doğru yürüyordu. 1 Eylül’de fiilen takip başladı. Aynı gün Başkomutan tarihe geçen o ünlü emrini yazdırdı:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları! Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde zalim ve mağrur bir ordunun asıl unsurlarını, inanılmayacak kadar az bir zamanda imhâ etdiniz. Muharebe meydanlarındaki mahâret ve fedakârlıklarınızı yakından müşahâde ve ta’kib ediyorum. Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”

Trikupis esir alındı

Ertesi gün, Başkumandan Meydan Savaşı’ndan kaçarak uzaklaşmayı başarmış olanlardan büyük kısmı yakalandı. Esir kafilesinde, General Trikupis, General Diyenis ile Albay Yuvanis ve Albay Vandelis ile birlikte 408 subay bulunuyordu. Erlerin sayısı yaklaşık 5 bindi. Yunan ordusunun başkomutanlığına getirilmiş olduğundan habersiz bulunan Trikupis, Uşak’ta Mustafa Kemal’in huzuruna çıkarıldığında, dostane bir tavırla karşılandı. Bu esnada, takip harekâtı sürüyordu. Yunan ordusu geçtiği kent ve kasabaları yakıyor, Türk süvarileri onları yakalamak için kovalıyordu. Birlikler çok yorulmuş, cephane azalmış, ikmal kolları geride kaldığı için de yiyecek sıkıntısı başlamıştı. Kıtalar insanüstü bir sabırla yürüyordu. 8 Eylül 1922 akşamı, paşalar, İzmir’e girmek için yapılacak hazırlıkları konuşuyordu. Bu esnada Fransız donanmasındaki Edgard Quinet adlı gemiden bir mesaj ulaştırıldı. Yabancı konsoloslar şehri Türk ordusuna teslim edeceklerini bildiriyor ve Mustafa Kemal Paşa’dan hangi kumandanın gönderileceğini öğrenmek istiyordu. Aynı zamanda Hıristiyan halka iyi davranılması için ricaya benzer imalarda bulunuyorlardı. Mustafa Kemal Paşa, yumruğuyla masaya vurarak, ‘Kimin şehrini kime veriyorlar’ dedi.”

Aslında bu girişim, Anadolu İstilası’nın sona erdiğinin belgesiydi.

Süvariler İzmir’de

9 Eylül sabahı İzmir Türk Bayrağı’na kavuşacaktı. Süvariler, şehre en önde girmek için yarışıyordu.
Sabah 10.00’da 4. Alay Komutanı Ali Reşat Bey, Bornova istasyonundan bir rapor yolladı:

“Alay, saat 09.00’da ilk önce Şerafettin komutasında iki bölüğüyle daha sonra da diğer kısımlarıyla Bornova’yı düşman işgalinden kurtarmıştır. Düşmandan eser yoktur.”

Etrafa kıvılcımlar saçan nal sesleri dünyadaki süvari zaferinin son ezgisiydi. Süvariler, Tuzakoğlu isimli un fabrikasını geçerken, ateş açıldı. Koşarak ilerleyen piyadelerden 4’ü orada şehit oldu. Atlılar durmadı. Kordon’a vardıklarında bu kez de bombalı saldırıya maruz kaldılar. Yüzbaşı Şerafettin yaralanmıştı. Sonrasında olanları şöyle anlatacaktı:

“Yürüyüşümüze tekrar devam ederek gümrük önünde ağlayarak bizi karşılayan bir Türk çocuğunun kılavuzluğuyla hükûmet konağına vardık. Cephe kapısı kapalıydı. Teğmen Rıza Efendi ile yan kapıdan girdik. Bu esnada, kadın, erkek, çocuk binlerce halk ağlaşarak, sevinerek hükûmete geliyor; askerlerimize, kumandanlarımıza dua ediyorlardı. Ahali tarafından güzel bir Türk sancağı getirilmişti. Hükûmetin üstünde asılı olan Yunan bayrağını indirdik, yerine şanlı sancağımızı halkın, bitmek tükenmek bilmeyen alkışları arasında çektik ve dalgalandırdık.”

İzmir’in Türk Bayrağına kavuşması yaklaşık 3 yıl 4 ay sürmüştü. Mehmetçik Kızılelma’ya ulaşmıştı. Başkomutan, ilk iş orduya bir teşekkür mesajı yayınladı: “İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta orduların gösterdiği gayret ve fedakârlığı hürmet ve takdirle anarım.”

‘Rüya görmüş gibiyim’

Başkomutan akşam saatlerinde İzmir’i görmek istedi. Belkahve denilen yere vardılar. Dürbünle doya doya izledi güzel İzmir’i. Sonra dudaklarından birkaç kelime döküldü.

-Sanki bir rüya görmüş gibiyim…

Hem de ne rüya! Yanmış ve yıkılmış bir memleket, yokluklar, ihanetler ve çaresizlikler içinde geçen ıstırap dolu günler. Hakkında idam fermanı çıkarılmış, parasızlık ve yalnızlık içinde koca bir milletin sorumluluğunu üstlenmişti. Rüyada bile olsa kimsenin inanmayacağı bir şey gerçek olmuştu. Kağnı kamyonu yenmiş, Çılgın Türkler Zafer kazanmıştı. Başkomutan, Ankara’dan ayrılacağı son akşam, kimi yakın arkadaşıyla vedalaşırken onlara, taarruz haberini aldıktan 15 gün sonra İzmir’e varacağını söylemişti. O akşam belki de hiçbiri buna inanmamıştı. Ancak tarih önünde yine haklı çıkmıştı. Anadolu’nun kurtuluşunu şairane bir beyanname ile ulusa bildirdi:

“Asil Türk Milleti Ordularımız 9 Eylül sabahı İzmir’imizi ve 9 Eylül akşamı Bursa’mızı kazandıkları zaferle kurtardılar. Akdeniz askerlerimizin zafer çığlıklarıyla dalgalanıyor. Büyük ve soylu Türk Ulusu, Anadolu’nun kurtuluşunu kutlarken sana İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz çevrelerinden ordularının selamlarını da sunuyorum.”

TBMM Başkanı, Başkomutan Mustafa Kemal.

Zafer için ne söylediler?

Falih Rıfkı Atay: Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu batının, vicdanımızı ve kafamızı doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.

Ruşen Eşref Ünaydın: O tek adam giderek bir ordu oldu. Milletin buyruğu ile o ordunun başı oldu. Dumlupınar’dan bir vuruşta, düşmanın ordusunu zerrelerine dek yok etti. İzmir’i geri aldı. Londra’da bir kabine devirdi, Atina’da bir taç yıktı, İstanbul’da bir taht.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Mektepten çıktığı günden beri bütün gençliği hürriyet yolunda, vatan yolunda bin bir mihnet ve meşakkatle geçmişti. Artık rahat bir ikbal sedirine yaslanıp yalnız kendisi için yaşamak hakkı değil miydi? Fakat hayır. Tam böyle düşündüğüm sırada sanki içimden geçenleri sezmişçesine, yeniden bir çelik parıltısıyla parlayan gözlerini gözlerime dikerek: ‘Millî Mücadele’nin bu safhası kapanmıştır’ dedi. Şimdi ikinci safhasını açmamız lazım geliyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir